Liseli Azra'nın son dönemdeki durumu, Türkiye'de tartışma konusu olan cinsiyet şiddeti ve adalet sistemi üzerine yoğun bir şekilde odaklandı. Genç kız, yıllarca süren taciz ve tehditler sonrasında, kendini korumak amacıyla devrim niteliğinde bir eyleme imza atmıştı. Tacizcisini öldüren Azra, geçtiğimiz aylarda tutuklanmış ve mahkeme süreci başlamıştı. Şu anda yeni mahkeme kararı ile özgürlüğüne kavuşması, toplumsal düşündürücü bir tablo çizmeye devam ediyor.
Azra'nın hikayesi, birçok kadın ve genç kız için ilham kaynağı olurken, Türkiye'de cinsiyet temelli şiddete karşı duyulan bilinçlanmanın artmasına da katkıda bulundu. 18 yaşındaki Azra, ailesinin ve arkadaşlarının yakınlarının iddialarına göre, uzun bir süre boyunca tacizci M.K. tarafından tehdit edilmiş ve ruhsal olarak yıpranmıştı. Bu süreçte, ne yazık ki, Azra'nın aldığı destekler yetersiz kalmış ve genç kız kendini savunmak için son çareye başvurmak zorunda kalmıştı.
Türkiye'de yasalar, mağdurların haklarını korumak adına çeşitli mekanizmalar sunuyor ancak uygulamada ciddi sıkıntılar gözlemleniyor. Azra'nın durumu, 'Kendi kendini savunma' ile 'öldürme' arasındaki ince çizgiyi ortaya koyarken, mahkeme; Azra'nın yaşadığı travmayı ve içindeki çaresizliği göz önünde bulundurarak karar verme sürecine gitti.
Mahkeme, yaşanan olaylar neticesinde Azra'nın ruh halini değerlendirip, kendisini tatmin edici bir şekilde savunmadığına karar verdi. Benimseme üzerine yapılan psihiyatrik değerlendirmeler sonucunda, Azra'nın yaşadığı travmanın ileri düzeyde olduğunu kanıtlayarak, adaletin işleyişine katkıda bulundu. Böylesine bir olayda toplumsal ve bireysel boyutta yeniden yapılandırma ihtiyacı doğduğu açık. Azra’nın tekrar topluma kazandırılması, bu olun karşısında bir model teşkil edebilir.
Özgürlüklerine kavuşan Azra, mahkeme kararının ardından sosyal destek programlarına katılacak. Bu süreç, onun ruhsal bağlılığı ve topluma adaptasyonu açısından kritik öneme sahip. Bizler, Azra'nın kanatları bağlanan gençlerin sesi olmalıyız ve bu gibi durumlardaki hiçbir kişinin benzer travmalara maruz kalmaması için üyeliğimizi gerçekleştirmeliyiz.
Azra’nın davası, sadece kişisel bir mücadele değil; aynı zamanda toplumsal bir değişim talebidir. Sonuç olarak, genç kızın hikayesi, birçok kadının yaşadığı cinsiyet temelli şiddetin önüne geçmek amacıyla toplumsal bilincin artması için önemli bir örnek teşkil ediyor. Azra, kısa sürede hayatındaki bu zor dönemi geride bırakmayı umuyor.
Azra'nın davasından çıkarılacak birçok ders bulunmakta. Bireylerin kendi bedenlerinin kontrolü ve mahremiyetleri konusunda sahip oldukları hakları sorgulamaları gerektiği gibi, toplumun da bu hakları koruması konusunda daha çok çaba sarf etmesi gerektiği gerçeği net bir biçimde olmuştur.
Son olarak, her türlü cinsiyet temelli şiddet ve mağduriyetin önlenmesi adına toplum, bireyler, devlet ve kurumlar işbirliği içinde olmalıdır. Azra'nın davası, hem bireysel özgürlükler hem de toplumsal adalet konusunda bir umut ışığı olmayı sürdürüyor. Adaletin yerini bulması ve benzer olayların tekrar yaşanmaması adına, toplum olarak daha fazla sesimizi çıkarmalı ve duyduğumuz bu acılara karşı daha duyarlı olmalıyız.